After Doğumgünü Special - Part 1
Artık unutuldu, bir daha yazılmaz buraya diye düşünüldüğüne neredeyse emin olduğum, hatta kendimi olmadığına ikna etmek için oldukça çaba harcamak zorunda kaldığım sevgili Paris blog'uma fırtına gibi bir dönüş yapmak istedim.
En son Haziran sonunda yazdığım düşünülürse, üstteki paragraftaki iddiayı kanıtlamak oldukça zor olacak tabii. Neyse başlamadan anlayamacağımıza göre...
Böyle büyük güncellemeler için doğal olarak zaman skalamızı büyütüyoruz. Ay, ay başımdan geçenleri aksettireceğim.
(Haziran 2005)
Paris'teki ilk ayımın son haftasına dair bir şeylerle başlayalım. O dönem de yazma fırsatım olmayan bir kaç olay buradaki yaşantımı oldukça etkiledi aslında.
En son genel update'de bahsettiğim Pont des Arts'daydık bir akşam (hadi kıvrandırmayayım ufak bir hatırlatma bu köprü hakkında; böyle yazın millettin piknik, muhabbet yapmaya geldiği şirin mi şirin trafiğe kapalı ahşap zeminli bir köprü). Arda'nın MBA'den arkadaşı olan sevgili şahsiyet, ABD'nin bağrından kopmuş, çalışmaya başlamadan önce Avrupa'da turlamaktaymış. Kızımızın yolu Paris'e düşünce ev sahibi olarak Bediz olaya el koymuş, Arda'nın da ricasıyla tabii vs.. Sonuç olarak gidelim dedik Pont des Arts'da muhabbet edelim. Piknik konseptine uygun bir şekilde şampanya, foie gras (bizde kaz ciğeri olarak geçiyor sanırım), peynir, şarabımız vardı. akşam hava kararmaya başlamıştık ki -hava kararması yazın 23:00'ü buluyor genelde, insan enerjisini neredeyse hiç kaybetmiyor- Bediz'in Selin isimli bir arkadaşı da bize katıldı. Meğersem Selin yine Arda'nın Gün (ki ben de severim kendlerini) adındaki arkadaşının arkadaşıymış falan ve de filan...
Selin kızımız burada uluslararası bir okulda master yapmaktaymış, hatta bitirmek üzereymiş. Düzgün yüz hatları olan, hafif kokoş giyinen, bol bol gülümseyen, bana göre balıketi (benim balıketi kavramım aldatıcı olabiliyor tabii) bir kızcağız. 81'liymiş galiba. Anında iyi anlaştık. Gece boyunca keyifli komik muhabbet, ertesi gün bir arkadaşının tiyatro gösterisi varmış. Ona davet etti. Aslında yapacak binlerce alternetifim vardı ama (tabii..tabii) ben gelebilirim dedim. Daha sonra evlere dönelim dedik. Selin taksiye binecekti, başladık beklemeye. Paris'in taksi problemiyle ilk tanışmam da gerçekleşti böylece. Herhale gece 01:30'dan 03:00'e kadar taksi bekledik. Selin'i bindirdikten sonra ben de Kuki'yle evin yolunu tuttum.
Ertesi gün uyanıp yanımdaki siyah kürklü, evde yalnız kalamayan köpeği görünce bir anda dank! etti. Tiyatroya bu köpeciği nasıl sokmayı düşünüyordum acaba? Selin'e olay aktarılınca, ev arkadaşı Elif'in (evet bir Elif daha, dolayısıyla buna Elif Product diye hitap edeceğim, zaman içinde de ElifPr haline gelirmiş gibi geldi ama bakalım) köpekleri sevdiğini o saatlerde evde olacağını ve Kuki'ye bakabileceğini söyledi.
Kuki bırakıldı Elif Product'a (neden product dediğim kısmına ileri de değineceğim), tiyatroya gidildi. Öğrencilerden oluşan bir ekipti, herbirinin ingilizce şivesi bir farklıydı gerçekten. Yarım yamalak anladım diyebilirim. Sonrasında Selin'in okul arkadaşlarıyla bir café'ye gidildi. İran ağırlıklı bir gruptular. Tanışmadık demeyiz ilerde. Bir tane de hırvat arkadaşı vardı. Dolayısıyla basetbol ve NBA muhabbeti girdi için içine anında.
Akşam yaklaşmaya başladığında ise Selin'le ElifPr'in evlerine doğru yol almaktaydım. Elif'le de adam gibi konuşacak/tanışacak fırsatımız oldu. Onunla da karşılaşmamız çok olumluydu. Selin'le aynı okuldalarmış. Staj için başvurularda bulunmuş, sonuçlarını bekliyormuş. Kuki ile de süper anlaşıyorlardı. Onunda bir köpeği varmış.. Çok uzatmıyorum daha iki günlük olayı anlatmak için iki sayfa harcadım. Gözüm korktu valla.
Bu iki kızla da, anında çok iyi anlaştım. Bazen insan biliyor, nasıl oluyor hiç bilmiyorum, karşısındaki insanın pozitif enerjisi mi dersiniz, başka birşey mi. Herkes biliyordu ki, daha ikinci günden itibaren iyi arkadaş olarak kabul edebilecektik birbirimizi.
Eskiden olduğu gibi, çocuk olduğumuz zamanlarda olduğu gibi, yani insanların hareketlerini, tavırlarını ilk anda değerlendirmediğimiz, herkesin arkadaşımız olabileceğine inandığımız zamanlardaki gibi. Büyüdükçe, öğrendikçe bu mümkün olmaz oluyor. Belki de büyümenin en hüzünlü taraflarından birisi bu; çevremizdeki o saflık kalkanı kalkıyor; tecrübelerimiz, iyi niyetle de olsa, bizi yönetmeye başlıyor. Belki de keyifli vakit geçirebileceğimiz insanları, belli-başlı kriterler yüzünden eleyiveriyoruz hayatımızdan. Her yaptığımız şeyi "emek" gibi yorumluyoruz. Baştan "emeğimizi" bir yatırım aracına dönüştürüp, riski azaltmaya çalışıyoruz. Güven/stabilite uğruna bir çok şeye daha başlamadan sırtımızı dönüyoruz. bkz. Ignorance is a bliss
Neyse, bu iki kız Paris'te geçirdiğim günleri daha keyifli hale getirdiler gerçekten. İleri ki, yazılarda sık sık isimlerini duyacağınız için biraz detaylı yazayım dedim.
Hemen ertesi gün başıma gelen komik hikayeyi de anlatayım ve bir zahmet haziran ayını bitirelim.
Sabah evden apar-topar çıkarken mükemmel bir şekilde anahtarımı evde unutmuşum. Bunu neredeyse çıkar çıkmaz farkettim. Sonuçta kapıcıda yedek bir anahtar var ancak sabah onu bulmak mümkün olmadı. Neyse dedik Ömer'le gidelim işe belki şirkette de bir yedek anahtar vardır diye. Tabii şirkette sonuç hüsran. Akşam üzeri işten çıkıp eve geldiğimde hala kapıcı piyasada yoktu. Ömer'le bekledik biraz falan ama sonuç olumsuz. Ona, buna ve şuna sora sora öğrendik ki kapıcı tatildeymiş, karşı apartmanın kapıcısı bakıyormuş. O adamı bulduk, o da dedi ki kapıcı geri döndü ben de anahtar yok, aynı apartmanda kızı var, bir de ona sorun. Kızı bulduğumuzda öyle fransız bir tepkiverdi ki neye uğradığımı şaşırdım. Ben tanımam kimseyi falan diye bağırışı hala yankılanıyor kulağımda. Bediz'in akşam toplantısı varmış. akşma 23:00-24:00'e kadar sürmesi bekleniyor falan. Ulan dedim şansa bak.
Aklıma tabii ki, en uzun zamandır tanıdığım ve en samimi olan arkadaşlarım geldi. iki gündür tanıdığım Selin ve Elif'le konuştu. Elif okuldaydı zati, Selin'in de anneannesi gelmiş, küçük kuzeniyle beraber. Baktım yapacak birşey yok. Aldım Kuki başladım Selin, anneannesi ve kuzeniyle Paris'i dolaşmaya. eyfel kulesine çıkacaklarmış. İyi dedim ben de çıkayım. Yaklaşık 45 dakika sıra bekledikten sonra, tabii ki günün konsepti olan "hüsran" ile karşı karşıya geldim. asansörün başındaki adam köpekleri almıyoruz dedi. Ohh.. ne güzel.. Neyse Selin'leri gönderdim yukarıya. Bir yandan da kasıldım, yukarıda istedikleri kadar zaman geçiremeyebilirler beni bekletmemek için diye. Neyse, aldım köpeğimi başladım çevredeki parklarda dolaşmaya. sonra da bir yere oturup beklemeye başladım. Her şeyin kötü gidişine cep telefonumun şarjı da eşlik etti. Hazır boş zamanı bulmuşken oturdum başladım düşünmeye, neyi yanlış yaptım diye, ne yapsam bütün bu işkenceyi engelleyebilirdim., vs.. Bekliyorum, bekliyorum... 1-1,5 saat bekledim aşağıda. Acaba indilerde beni mi bulamadılar falan diye içimde stres dalgalanması oldu. Bekle.. bekle.. en sonunda gördüm inmişler aşağıya. Yukarda da aşırı sıra varmış, ne çıkabilmişler ne inebilmişler.
Tabii ki günü orada sonlandırmadık Selin'in evine döndük. Yemek falan yedik hep beraber. ElifPr'e dönmüştü. Şimdi dışarıdan bakınca, garipsemior değilim tabii davranışlarımı ama böyle olayların mecbur bıraktığı garip anlara karşı da hafif bir zaafım var. seviyorum, seçimleri olayların akışına bırakıp, beklemediğim durumlara karşı karşıya kalmayı.
Akşam 23:00 gibi içime bir his doğdu, aradım kapıcıyı telefonla. Pat diye açtı bir anda. Şok oldum. Dedim uyuma geliyorum 30 dakikaya. Bir heyecan fırladım evden. buldum kapıcıyı. Tabii bana anahtar vermek istemedi. Kimsin nesin tanımıyorum seni diye. Köpeğimizin işe yaradığı anlardan birisi daha gerçekleşti. Kabul etti anahtar vermeyi. Tabii herşey bu kadar çözümlenecek değil. Çıktım yukarıya, soktum anahtarı deliğe ve girmiyordu anahar. Birden diğer anahtarı kapının arkasında unuttuğum flashback'iyle sarsıldım. Ter bezlerim haldır huldur çalışmaya başladılar, kafamdan binlerce şey geçiyor.. Ne yaparım, ne ederim, metrolar bitti mi, üzerimde yeterince para var mı, Paris'te çilingir konsepti nasıl işliyor, köpeğin yemeğini nasıl hallederim, vs. vs. vs... Büyük ihtimaller bu sorular bir saniye içerisinde kafamdan geçti ama bana birkaç dakikaşık stres yaşattılar kesin. Ama hüsran günüm son anda değişti, bir anda sokmaya çalışıtığım anahtar giriverdi deliğe, çevirdim ve açıldı kapı. İnanılmaz mutluluk, keyif. Attım kendimi evden içeriye, kapıcıya teşekkür ederek.